Bu Blogda Ara

Stefan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Stefan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Aralık 2020 Çarşamba

Stefan Zweig



 
 STEFAN ZWEIG




Stefan Zweig’in kitaplarını çok severek okuyorum. Duyguyu okuyucuya rahatlıkla aktarabiliyor. Kısa olsa da insanı bir süre kendi hayatından alıp başka hayatlara doğru götürebiliyor... Artık kitaplardan ziyade yazarlarıyla ilgilendiğimi farkettim. Onları böylesi farklı duyguları yaşatan bir bağlam var mı? Nasıl bir hayatları vardı? Peki ya karakterleri? Yaşadıkları dönemsel olaylar? Kitap okurken yazarlarına dostum diyorum hayatlarını bana açıyorlar en çok bu özelliklerini seviyorum. Dostum Stefan Zweig’in nasıl bir hayatı vardı? Kaç yaşında öldü? Yaşamı kitapları gibi miydi? 

28 Kasım 1881 yılında doğmuş. İlk tepkim tabii ki “aa Atatürk’le yaşıtmış! Ne şanslı.” demek oldu. İyice ilgimi çekti. Avusturya da dünyaya gelmiş. Ailesi oğlunu kültür seviyesi yüksek bir çocuk olarak yetiştirmek istemişler. Edebiyat ve yabancı dillere ağırlıklı bir eğitim görmüş. Lise yıllarında şiirle ilgilenmiş. Alman şair Rainer Maria Rilke’den çok etkilenmiş onu ve eserlerini neredeyse hayatının merkezine oturtmuş. Burada biraz ara verelim ben de merak ettim ilgisini çeken şiirleri ve Rainer Maria Rilkenin birkaç eserini okudum. Sizinle de bir tane paylaşmak isterim: 



“Yapraklar düşmeden bilinmez nerden,
Gökkubbede uzak bahçeler bozulmuş sanki
Yapraklar düşmede gönülsüz
Ve geceler ağır dünyamız kopmuş gibi yıldızlardan
Kaymada yalnızlığa
Hepimi düşmedeyiz, şu gördüğüm el düşüyor
Nereye baksan hep o düşüş
Ama biri var ki bu düşenleri tutuyor yumuşak ve sonsuz.”

İnsan bence okuduğu şeydir. Biraz okuduğuna aittir. Bir parça kendinden bulmaktadır. Sevdiği şair’den kendine ait olduğu bulgular olduğunu varsayarak devam ediyorum. Viyana ve Berlin üniversitelerinde felsefe eğitimi almış ve ardından uzun yolculuklara çıkmış. Öğrendiği dilleri ise çeviriler için kullanmış. Seylan, Gwalior, Kalküta, Yangon, Varanasi, Kuzey Hindistan, Panama, New York, Küba, Porta, Kanada, 
Riko, Belçika...

1914’te 1. dünya savaşı başlamıştı Zweig Belçika’dan Viyana’ya dönüp orduya katılmıştır. Savaş arşivinde memur olarak görev almıştır. Savaş başladığında savaşı destekliyordu ancak Galiçya’daki cephede acılara şahit olduktan sonra savaşı desteklememeye başlamıştır. “Mecburiyet” kitabını neden ve nasıl hangi duygularla yazmış olduğunu da anladım hayatından bu kesiti okuyunca. 

 Savaşın ardından, Zweig Avusturya’ya yerleşmiş. Orada Frederike Von Winternit ile tanışmış. Winternit 2 çocuklu bir kadınmış Zweig ile hayatlarını birleştirmişler fakat evlilikleri 1937’de bitiyor. 




 Ülkeye “Nasyonel Sosyalizm”  egemen olmaya başlamış Hitler öncülüğünde Yahudi asıllı Zweig kara listeye alınmış. Naziler, ideolojilerine uymayan kitapları törenlerle meydanda yakıyorlarmış. Aynı şekilde Zweig’in birkaç kitabı da dahilmiş. 1934’te Gestapo, Zweig’in villasına baskın yapmış ve bunun üzerine Zweig ülkesini terkedip Londra’ya yerleşmek zorunda kalmış. 1937’de karısından boşandıktan bir yıl sonra sekreteri Lotte Altmann ile Portekize gitmişler.  Altmann’da Yahudi asıllıymış. 1939 yılında Lotte Alttman ile evlenmişler. İkinci eşinden etkilenerek “Sabırsız Yürek” eserini oluşturmuş.




 Bir süre sonra Zweig’in kitapları yakılmış, sevdiği herkes ondan çok uzağa sürüklenmiş, ülkesinden koparılmak canını çok yakıyormuş. Umutsuzluk hissiyatını taşıyormuş. Londra vatandaşlığını da alamamış üstelik pasaportuna yabancı düşman damgası yemiş. O psikolojinin üzerine tuz biber olmuş gerçekten... 

 1940’ta İngiliz vatandaşlığına kabul edilmiş. Daha sonrasında karısıyla Brezilya’ya gitmişler. Bir süre her şey iyiymiş gibi gitse de içten içe durumlar farklıymış. Tam bu dönemlerde “Satranç” kitabını yazmış. Okuyanlar bilir mutlaka, nasıl bir hapis nasıl bir psikolojiyi tanımladığını. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Karısıyla birlikte etrafında olan bitenlere, haberlere, her şeye kulaklarını tıkamışlar... Zweig Nazilerin zulmü karşısında ölmeyi çare olarak görüyormuş... 14 Şubat 1942’de karısıyla Rio Karnavalını izlemeye gitmişler hallice biraz mutlularken Nazilerin gazetelere attığı manşeti görmüşler... Naziler Suveyş kanalına doğru yönelmişler, Libya’yı hedef almışlardı. Apar topar hemen evlerine dönmüşler. 22 Şubat tarihinde ilaç içerek eşiyle birlikte intihar etmişler malesef... Keşke dostum Stefan Zweig’i ve sevgili eşini çekip kurtarabilseydim ölüm düşüncesinden. Nasıl bir bağ kurduysam, beni derinden etkiledi intiharı. Dostum Stefan Zweig umarım sana dostum diyorum diye kızmazsın bana. İyi ki dünyadan geçmişsin, iyi ki eserlerini arkada bırakmışsın. Ben de seninle aynı fikirdeyim, savaşlar iyilik getirmez.  

Ve veda mektubu: 




"Kendi isteğimle ve bilinçli olarak hayattan ayrılmadan önce son bir görevi yerine getirmeye kendimi mecbur hissediyorum. Bana ve çalışmalarıma böyle iyi ve konuksever şekilde kucak açan harikulade ülke Brezilya'ya içtenlikle teşekkür etmeliyim. Her geçen gün bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim. Benim lisanımın konuşulduğu dünya, bana göre mahvolduktan ve manevi yurdum Avrupa'nın kendi kendisini yok etmesinden sonra hayatımı yeni baştan kurmayı daha fazla isteyebileceğim bir yer daha yoktu. Ama hayata 60 yaşından sonra yeni baştan başlamak için özel güçlere ihtiyacım vardı”


Stefan Zweig dostum... umarım seçiminden dolayı şimdi çok mutlusundur.