Bu Blogda Ara

insan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
insan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2021 Salı

Melis’a


    Yazıyorum, yazıyorum, siliyorum. Kafamı topluyorum, siliyorum. Kafamın yerinde bile olduğundan şüpheliyim. Galiba iç savaş yaşıyorum şu sıralar. Öyle bi’ savaş ki bu, bazen dönüp buna mı kafa yoruyorum dediğim şeye saatlerimi ayırıp bin tane düşünceyle boğuşurken buluyorum. Kendi kalesine gol atan orta saha oyuncusu gibiyim. Sağım solum belli değil sanki. Şu sıralar melisa çayı yoldaşlığımı yapıyor. Aramız çok iyi. (Şiddet yanlısı olsaydım şiddet ile önerirdim, o yüzden ben şiddetsiz öneriyorum) Fiziksel acılar bile uyuyunca hissedilmiyorken, iç savaşta yıpranan hisler uyurken bile kabusları ile eşlik ediyor. Bu öyle bir kabus ki, kan revan içinde olmaktan ziyade sarılmanın ne kadar aşağılayıcı olduğunu ve yine fiziksel bi’ acıya razı gelmeye yeltenmek gibi şeyler işte. Hayatın neler sunmadığı, neler sunmasını istediğin, sunulanı nasıl değerlendiğin garip bi’ filmin içerisindeyiz. Birbiriyle bağlantısı olan iki film gibiyiz bazen. Bazen sezonu hiç olmadığı yerde, bazen hiç beklenmeyen finalle, bazense tahmin edilenler gibi son buluyor filmimiz. Yaşamak güzel bi’ şey demek için zıttını bilmemiz gerekiyor. Öyle ki sevmek de bi’ seçim işidir. Gün oluyor göklerdeyim ayaklarım yere değmiyor, gün oluyor şu evrende yer kaplıyormuş gibi sığınıyorum benliğime. Bazen bu filmin ilerleyen sürelerinde nasıl şekil alacağını merakla bekliyorum bazen elektrikler kesilse de öylece dursa bu film diyorum. Canlı olmak böyle bi’ şey olmalı. Güzel şeyler vadetmek isterdim ama gerilim seviyoruz belki. Evet evet duyguları da biraz olsun biz seçebiliyoruz, değiştirebiliyoruz. Baygınlık sonrası kendine gelme anın vardır ya garip bir enerji damarlarında dolanıyor sanki. Ben şeyi seviyorum galiba dibe kadar çöküp bi’ an da zıplamayı. Bu da benim mizacım olsun, hayata karşı. Yazıya başlarken kolay oluyor da bitimine geldiğim de hep duraksıyorum, asla nokta koyamıyorum ya bazen bunları hayatımda farklı şeylerde de yaptığım oluyor bitmesi gereken olaylara/ilişkilere nokta koyamamak gibi. Şimdi ben çok güzel bir son yapmışım gibi davranacağız. Öyle işte melisa çayım bitti, uyurum birazdan.


     

26 Aralık 2020 Cumartesi

PALYAÇO SÖYLEDİ BEN YAZDIM 2



 

Tam uykuya dalacakken “rezil olduğum anlar” vtr’si dönüyor, dönüyor bi’yerden komikte geliyor ama işin içinde kendim olduğu aklıma geldikçe garip bir telaş sarıyor beni. Hayır yani hangi akla hizmet, neden, nasıl öyle yaptım, dedim neyse iç muhasebemi dışa vurmamak için geldim zaten. Konu konuyu açar elbet diyerekten... Özlemenin lütuf olduğunu düşünüyorum şu sıralar. Önceleri üzücü bi’şeymiş gibi düşünüyordum. Şöyle baktım da, özlemeyi istememek, aklına geldiğinde tadını kaçıran bir hayattansa sonuna kadar özlem dolu yaşamak bana ümitli bi’işmiş gibi geliyor. İlla özlediğin bi’şeyler vardır senin de. Düşünsene, özlemek yerine kaçmak istediğini, hafızalardan silinmesini istediğini. Artık özlem duyduğumda üzülmeyi değil de heyecanlamayı öğrettim kendime. Peki ya, şarkılarla yaşadığın dönemi pekiştirmek nasıl bi’şeydir ya? “Aa bu şarkı Zonguldak işte!” “Sesi açsana, sene 2009 şu an bir saniye...” bu konuda tek olmadığıma o kadar eminim ki bütün hafızamı bunlarla dolduruyor olmaktan da pişman değilim ya neden olayım ki? Bir bakıyorum oturduğum yerden 8 yıl öncesine gidiyorum, böyle bi’hizmet var mı? Misler gibi işte. Özlemek lütuftur. Lütuftur özlemek. Ekmek banarım, bu cümleye. Umarım üzüleceğimiz değil de, özleyebileceğimiz bugünler yaşarız. (Tabii yaşanması mümkün değilse, ikinci ihtimaller. Fazla mı garanticiyim? Bunu da düşüneyim bir ara.)